Dünya Bankası’na göre Türkiye, besin enflasyonunda 5. sırada. Türkiye, bu kategoride OECD ülkeleri arasında ise ilk başta bulunuyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, enerji fiyatlarındaki artış ve iklim krizi gibi nedenlerle yükselen küresel besin tutarları son dönemde dünya çapında düşme eğiliminde. Buna mukamele Türkiye’de besin tutarları artmaya devam ediyor. Artışın nedenini ve devam edip etmeyeceğini araştırdık.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıklamış olduğu enflasyon verilerine göre Türkiye’nin Mart 2023’te tüketici besin enflasyonu yüzde 68’e yakındı.
Mart 2022’de bu nispet yüzde 70 olarak açıklanmıştı. The Economist dergisinin besin güvenliği endeksine göre Türkiye’de besin alım gücü 2012-2022 yılları aralığında 16 puan düştü.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO Mart ayında, Gıda Fiyat Endeksi’nin geçen sene tepe noktasına ulaştığından bu yana 12 aydır düştüğünü açıkladı.
Yani Türkiye, bu trendden ayrışan ülkeler arasında, peki neden?
Gıda enflasyonunundaki artış kalıcı mı?
BBC Türkçe’ye konuşan Boğaziçi Üniversitesi’nde ziraat ekonomisi alanında çalışan Ekonomi Profesörü Gökhan Özertan, besin enflasyonunun Türkiye için minimum 15 senelik bir problem bulunduğunu ve çözümünün basit olamayacağını söylüyor.
Bunda aslolan neden, problemin “yapısal” olarak görülmesi. Yani besin fiyatlarının kalıcı olarak düşmesinin birtakım kökten değişimler gerektirmesi.
Özertan, Türkiye’de besin enflasyonun 2003-2020 döneminde iyi mi “kronik” hale geldiğini inceleyen ve Cambridge Üniversitesi tarafınca yayımlanan bir araştırmanın ortak yazarı.
Araştırma, kur krizine katkıda bulunan ekonomik belirsizliğin çiftçiler için başta mazot ve gübre olmak suretiyle üretim maliyetlerini yükseltmesinin besin enflasyonda mühim bir etkiye haiz bulunduğunu doğruluyor.
TÜİK’e göre Mart 2023’te ziraat üreticilerinin tutarları Mart 2023’te bundan önceki senenin aynı dönemine yüzde 107’ye yaklaştı.
Araştırmanın ortak yazarlarından Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Doç. Dr. Hasan Tekgüç, “Bu bulgular eşiğinde ne öneriyoruz? Öncelikle makro istikrar. Kurdaki oynaklık bundan dolayı maliyetlerin bu kadar ön görülmez olduğu bir ortamda, bu seneyi çıkartıp çıkartamayacağını öngöremeyen çiftçilerden 5 sene sonrasında netice verecek yatırım bekliyoruz. Gerçekçi değil” diyor.
Türkiye’nin 2 milyonluk ziraatçi nüfusunun aşağı yukarı yarısı, 2 hektar ya da daha ufak arazileri işleyen aile çiftliklerinden oluşuyor.
Özertan, kooperatifler gibi örgütlenmelerin eksikliğinin, çiftçilerin alım enerjisini negatif etkilediğini söylüyor.
Kooperatifler çiftçilerin daha büyük alımlar yaparak tutarları düşürürken, arabulucuların birtakım zamanlar aradan çekilmesini sağlayarak ve katma kıymetli mamüller üreterek karlarını artırmalarını sağlayabiliyor.
Soğan niçin zamlanıyor?
Türkiye’de soğan ve patates tutarları sıklıkla tartışmalara mevzu oluyor. Araştırma bunu da göz önünde bulundurarak soğan ve patates enflasyonunu ilaveten ele alıyor.
Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 9 Nisan’da Twitter hesabından “soğan” notunu düşmüş olduğu bir video paylaşarak mevzuyu gündeme taşımıştı.
Kılıçdaroğlu, elinde kuru soğan tuttuğu videoda, “Vatandaşın aslolan gündemi bu” demiş ve iktidarın değişmemesi halinde, “Bu elimdeki kuru soğan olacak 100 lira. Şu an bile buncağızın kilosu 30 lira. Soğan bu ya, soğan. Soğan, soğan. Utanmıyorlar. Yiğidi muhtaç ettiler kuru soğana” ifadelerini kullanmıştı.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, 18 Nisan’da Eskişehir’de Kılıçdaroğlu’na cevap vermiş ve “İşte, şimdi, çıkmış Bay Bay Kemal ne diyor? Soğan da soğan, patates de patates… Ama bay bay Kemal bu tırlar olmasa, bu uçaklar olmasa, bu yollar olmasa acaba siz tüm bu patatesi, domatesi ne ile taşıyacaktınız?” ifadelerini kullanmıştı.
Tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da 21 Nisan’da Twitter hesabından Erdoğan’a cevap verdi ve “Kuru soğan 30 TL. Alacak paranız yoksa 1 milyon 200 bin TL’ye TOGG var. Sahibinden asla üretilmemiş. Oy kullanırken aklında olsun” yazılı bir etiket paylaştı.
Araştırmacılar, soğan ve patatesin tüketici ve müstahsil tutarları arasındaki farkın 2011 senesinde artmaya başladığına dikkat çekiyor:
“Et fiyatlarında olduğu gibi tüketici fiyatlarındaki artışın nedeninin üretim maliyetlerinin olmaması dikkat çekici. Hem soğan hem de domatesin müstahsil fiyatlarındaki artış tüketici fiyatlarındaki artışı takip ediyor.”
Araştırmacılar bu nedenden dolayı zamların salt müstahsil fiyatlarından kaynaklanmıyor olabileceğini belirtiyor.
Bunun yerine “tüketici fiyatlarındaki gayri muntazam artışların hava koşullarına dayalı arz kıtlığı beklentileri” ile tetiklenmesinin kuvvetle olası olduğu söyleniyor.
Tarım yazarı ve gazeteci Ali Ekber Yıldırım, 4 Nisan’da Nasıl Bir Ekonomi gazetesindeki yazısında, satış fiyatı 30 TL’yi bulan kuru soğan fiyatlarındaki artışın temel nedeninin üretimdeki azalma bulunduğunu belirtmişti.
TÜİK’e göre kuru soğan üretimi 2022’de senelik yüzde 6 azaldı.
Yıldırım yazısında, “Ayrıca iklim şartlarına bağlı olarak havaların sıcak gitmesi depolardaki ürünün yeşillenmesine, çürümesine niçin oldu. İklim şartlarına makul olmayan depolarda soğan oldukça basit bozulabiliyor…” demiş ve eklemişti:
“2021’de tarlada fiyat 1 liranın dibine kanaat müstahsil zarar etti ve ekimi azalttı. Fiyat arttı.”
Cambridge Üniversitesi tarafınca yayımlanan araştırmanın ortak yazarı Hasan Tekgüç, BBC Türkçe‘ye yapmış olduğu değerlendirmede soğan fiyatlarındaki müstahsil ve tüketici tutarları arasındaki makasın son dönemde daha oldukça açıldığına dikkat çekiyor:
“TÜİK’e göre 2023 ilk üç ayında müstahsil soğan tutarları 6-8 TL arasıymış. Biz 2018-2020 için soğan piyasasında tüketici fiyatlarının müstahsil fiyatlarının takribi 2.5 katı bulunduğunu hesaplamıştık.
“Eğer bu 2.5 kat fiyat farkı durağan kalsaydı soğan fiyatı bugünlerde en oldukça 20 TL olmalıydı. Halbuki Nisan itibariyle pazardaki soğan tutarları 30 liraya, yani müstahsil fiyatlarının aşağı yukarı 4 katına çıkmış. Bu da bizlere üretim maliyetlerindeki artışlara bu arada piyasada aracılık eden tüccar ve marketlerin de karlarını artırdıklarını düşündürtüyor.”
‘Kayısıda yüzde 40, üzümde yüzde 20 verim kaybı yaşanabilir’
Türkiye’de tarımsal mamüllerin arzın isteği karşılayamaması tartışmalı bir konu.
Buna rağmen Özertan ve meslektaşlarının araştırması Türkiye’de tahıl, baklagil, sebze, patates, soğan, pirinç ve şeker gibi temel gıdaların üretiminde iç isteği karşılamaya devam ettiğini ortaya koyuyor.
Özertan, problemin “buğday, mısır ve ayçiçeği gibi yağlı tohumlarda ithalat ile aşıldığını” ve genel olarak arzın artmaya devam ettiğini belirtiyor.
Ancak bunun ne kadar sürdürülebilir olduğu konusu ile ilgili sual işaretleri var.
BBC Türkçe’ye konuşan iklim ve su araştırmacısı Gökçe Şencan, makroekonomik istikrar sağlandıktan sonrasında “geçici bir iyileşme yaşansa bile” uzun vadeli çözümlere odaklanmanın “en sağlıklısı” olacağını belirtiyor:
Türkiye’de iklim krizinin etkisiyle süregelen kuraklıklara dikkat çeken Şencan, bunun bereketlilik ve maliyetlere etkisine dikkat çekiyor:
“Yeraltı sularınız azalırken tarlanıza su pompalamak için daha oldukça enerji harcarsınız.
“Uzun vadede iklim değişikliğinin etkisiyle daha uzun ve daha sert kuraklıklara hazırlık yapmamız lazım. Bunu Konya’da mısır ekerek gerçekleştiremeyiz.
“İstediğiniz kadar alım gücünüz olsun, dış piyasada buğday yoksa alım yapamayabilirsiniz. Aynı şey su için de geçerli.”
TÜSİAD’ın 2020 tarihindeki ziraat tutanağına göre iklim krizinin etkisiyle Türkiye’de 2021-2050 döneminde yetiştirilen fındık, kayısı ve üzüm verimliliği 1991-2012 dönemine kıyasla sırayla yüzde 40; yüzde 10 ve yüzde 20 oranında azalabilir.
Raporda Türkiye genelinde 700 çiftçiyle meydana getirilen anket çalışmasına katılan çiftçilerin yüzde 97’sinin yaşadıkları iklim vakaları sebebiyle hasat ve verimde düşüklük yaşadıklarını belirtiyor.
Bu çiftçilerin aşağı yukarı yüzde 90’ı negatif iklim etkilerini azaltmaya yönelik rastgele bir mali yardımcı ya da tematik eğitim almadıklarını söylüyor.
Rapora göre çiftçilerin yüzde 87’si iklim değişikliği etkilerine ahenk sağlamak için “kendi çabalarıyla mühim adımlar” attı.
Uzmanlar çiftçilerin krizlere karşı daha oldukça desteklenmesi konusu ile ilgili hemfikir.
TÜSİAD raporunda iklim değişikliğini hesaba katmayan politikaların “en maliyetli” seçenek olduğu belirtiliyor ve şunlar söyleniyor:
“İklim değişikliği yakın, orta ve uzun solukta ziraat sektörünü ve besin güvenliğini tehdit eden en büyük risk olarak nitelendirilmelidir.
“Giderek artan bu riskin kısmen denetimi için önümüzdeki 5-10 sene içerisinde acil, kurumlar arası geniş kapsamlı, geniş hissedar katılımlı ve ölçekli bir ‘iklim değişikliğine uyum’ stratejisi geliştirilmelidir.”
Bir yanıt bırakın